Sunday, November 6, 2011

'EY BUGÜNÜN İBRAHİMİ SENİN İSMAİLİN NE?'

Bugün Bayram sabahı. Burada hanımlar da bayram namazına katılıyorlar. Biz de sabah erkenden kaldığımız otele 20` mesafedeki camiye Bayram Namazı için ulaştık. Daha çok Türklerin bulunduğu camide diğer milletlerden de insanlar vardı. Tekbirler, salavatlarla başlanan program Bayram konuşması ve namazı ile devam edip bayramlaşma ve kahvaltı ile sonlanacaktı. Kongre devam ettiği için kahvaltıya katılamasak ta doyurucu bir sohbet ikramı almıştık.

Yurdumdan ayrı geçirdiğim ikinci bayramın çünkü geçen yıl bu vakitleri Allah Arafat'ta geçirmeyi nasip etmişti. Bu yıl da burada Boston'da.. Ancak gözlerimi kapatıp edilen samimi dua ve tekbirlere eşlik ederken ben yine o mübarek yerlerdeydim. Üstelik sadece 15-20` sürecek Arafat Müzdelife arasını izdihamdan dolayı 13 saatte alabilmiş bayram namazına da katılamamıştık. Bugün ise hayatımda ilk defa bayram namazı kılabiliyordum.

Bayram konuşması kurbanın anlamı üzerineydi. 'Senelerce evladı olması için dua dua yalvaran, artık ihtiyarlığında sahip olduğu evladı için verdiği söz hatırlatılıyordu, kulluğuyla peygamber Hz. İbrahim'e. Çünkü söz vermişti 'Rabbim yalvarıyorum bana bir evlat ver, ben de onu sana feda edeyim' demişti. Öylesine bir istek ki bu, kurban etmek bile dile getirilecek büyüklükte. İmtihan, özellikle peygamber imtihanı ya bu. Senelerce duasını yaptığı, herşeyi, gözünün nuru, canı, evladı İsmail 12 yaşına geldiginde unutulan bu söz rüyalarla hatırlatılmaya başlanıyordu İbrahim as'e.

Rüyalarla verdigi sözü hatırlayan büyük peygamberin hatırına gelen diline gelemiyordu. Ancak Rabbe verilen bir söz vardı bu sözün yerine getirilmesinde ise büyük sırlar. Yürekleri yakan bu halin sonunda Rabbe itaadi seçen Hz. İbrahim biricik evladına konuyu açtığında kendinin gösterdiği sadakatten daha büyüğüyle karşılaşıyordu. Henüz 12 yaşında evlat İsmail 'Babacığım hiç durup çekinme, Rabbimin sana bu emrinde en ufak tereddüt gösterme. Şüphesiz beni sabreden göreceksin.' diyordu. Evladının gösterdigi teslimiyet ve güvene duyduğu memmuniyetle, verdigi sözün ağırlığından duyduğu ızdırap birbirine karışıyordu. Peygamberdi ama O önce kuldu ve Rabbine itaati seçecekti.
Evladının acı çekmesini istemeyen baba İbrahim, elinde en keskin bıçakla görevini yerine getirmek için besmeleyle yönelmişti ki sır aralanmıştı. Kayayı kesen bıçak İsmail'e dokunmuyordu. Emre itaat tamamdı. Rab kendine itaat edeni ziyan etmeyecekti. Bunun delili de kurbandı. O'nun ne kana, ne kurbana ihtiyacı var. O niyetlerde samimiyet ve takva istiyor, aczimizin farkında, kendi büyüklüğünün idrakinde kullar olmamızı istiyor. Ey bugünün İbrahimi senin İsmailin nedir?' diyordu sohbeti yapan hoca. 'Malın mı, evladın mı, rütben mi, makamın mı? Allah yolunda mı, nefsinin huzurunda mı? Sen de bu İsmailleri O'nun yoluna feda edebilir misin? Arzularını bu manada ehlileştirebilir misin? Eğer bunu yaparsan sen de kurtuluşa erenlerden olursun. Eğer aşık isen yare, sakın aldanma yarene... ' dizeleriyle söylemlerini sonlandırıyordu.

Allah'a itaat ve sadakatin getirdiği irade insanı olmakla beraraber, arzularımızın derecesinden yada önemsemememizden sebeplerle ağzımızdan çıkan sözler için nekadar dikkat olmamızın mesajı vardı yaşanılanlarda. Büyüklerin ifadesiyle 'Ağzından çıkan söze dikkat et, dua yerine geçer' ifadesinin ispatıydı. Bunlara ilave ilginç bir manzaraya da şahit oluyordum.Yanyana namaza durduğumuz Lisa'nın tek kelime Türkçe anlamamasına rağmen gönlüyle dinlediği sohbet boyunca gözyaşları hıçkırıklarına karışıyordu.

Samimi kucaklaşmalarla yapılan bayramlaşmanın ardından ilim de ibadet diyerek bize veda zamanı gelmişti.
Yapılan duaları bizlere de vekaleten giden, hacılarımızın dualarıyla birlikte eyle Allahım. Âmin

İdrakiyle yaşanan, hayırlı, coşkulu bayramlar...

No comments:

Post a Comment