Wednesday, January 4, 2012

BİR YER DÜŞÜNÜYORUM GÖZLERİM KAPALI!

Bir yoruma göre deniliyorki 'Güneşin doğudan batıp, batıdan doğması kıyamet alameti ve biz günümüzde bunu yaşıyoruz, belki de kıyamete yaklaşıyoruz. Gün başlıyor derken hafta bitiyor, güneş doğarken batıyor.'

Çoğunluk yorum ne der bilmem, ancak bu anlatım günlerin yetmemesini güzel açıklıyor. Güzel günler çabuk geçermiş tesellisine sığınsak ta bu hızdan memnun kimseyle karşılaşmadım bugüne kadar. 

Yine pazartesinin telaşla kovaladığı günleri yoğunca yaşarken bir güne pekçok şeyi sığdırma gururunu ve yorgunluğunu da taşıyoruz. Bu yazımda biriken onca tarifime rağmen paylaşmak istediğim farklı bir konu. Eminim pekçoğunuzun da sıkıntı duyduğu doğru iletişim yoksunluğu. 


Önceki zamanda Erenköy'ü anlatır büyükler. Köşklerin bulunduğu, komşu bahçevanların sabah erken saatlerinde, sepetlerine topladıkları çiçekleri diğer komşularının kapısına bıraktığı Erenköy'den. Herkesin birbiriyle selamlaştığı, hatır sorduğu eski İstanbul semtinden. Sabaha komşudan gelen bir sepet güzellikle başlamak, üstelik kendi çiçekleri varken ne hoş anlatımdır kimbilir?


Birlikte şöyle bir yolculuğa çıkalım istedim bu yazımda. Bu yolculukta çok uzağa değil şöyle bir kapının önüne çıkalım biz de. Bırakın çiçek sepetlerimiz olmasın yanımızda. Ama neolur herkese en yakışan aksesuarımızı, tebessümümüzü mutlaka yanımıza alalım. Tebessümün arkadaşı selamı da hatırlayalım, değerimize değer katacağını unutmayalım. Keşke herkese hatır sormayı da bulundursak yanımız da ama...

Neden mi bukadar özlemle başladım yazıya? Biryerden başlamak gerekirse kısaca. Bana bu özlemleri duyuran bir olay yaşadım bu hafta. 

Bir süredir karşılaştığım taktir ve talep sebebiyle uğraşı alanım belirlendi. Bu sebeple ilgilendiğim işim gereği kullandığım daireye zaman zaman uğramam gerekiyor. Bu daire ki cadde üstünde, üç katı işyeri olarak kullanılan ve benim az aralıklarla uğradığım bir yer. İzmirli olmanın verdiği sıcaklık mı, lütufla sahip olduğum insan sevgisi mi bilmem, sadakamız olan selam ve güleryüzü tanıdık tanımadık insanlara aktarmaktan büyük zevk almama rağmen, bunu yaymada başarılı olamadığım bir apartman burası. 

Bu hafta içinde bir gün yine oradaydım. İçeri girmemle masanın başında duran üç sandalyeyi  boş üç noktaya çektim. Bir yada iki dakika geçmedi ki zile hızla basılmaya başlandı. Daha önce bir gündüz vakti hırsızın ziyaretine muhatap olan bu dairede, bulunduğumuz zamanlarda da tedbirli olmayı ve kapıyı açmamayı tercih ediyorduk. Çünkü boş olan bu daireye uğrayacaksak gelecek kişiden de haberimiz oluyordu. Giren çıkanın çok kontrol edilemediği bu cadde üstü apartmanda telaşla çalan zil öncelikle tedirgin ve rahatsız etti. Aklımda kim olabileceğinin muhasebesini yapadurayım, dürbünden bakıp, kapının arkasından kim olduğunu sormam beni şaşırtacak şekilde cevabını buldu. Tanımadığım sima çok da net olmayan bir sesle 'alt kat komşuyum lütfen sandalyeleri çekmeyin' diyordu. Kapıya gelinmesini gerektirecek mobilya taşımam olmamıştı bir, ikincisi güvensiz biri alt komşuyum diyebilirdi muhasebesini yapmakla meşgulken aynı anda 'kim o' diye sesleniyordum.  Ben olayı kavramaya çalışırken, söylemesi ve gitmesi de bir olmuştu hanımın.

Alt dairede oturan genç bayanı verdiğim selamlarla şöyle böyle biliyordum, ama bu hanım belki annesi olmalıydı. Eger tahmin ettiğim kişi ise ki herhalde öyleydi, yüzü hiç gülmeyen, asık ifadeli bir hanımdı ve o ifade hemen hemen hiç kullanmadığım bu dairedeki üçüncü sandalyenin 10 cm öteye alınmasıyla kendini göstermişti. Söylenecek mi? Hiç birşey yoktu. Ama dua, kapısını açmış bekliyordu. 'Allahım insanlara, özellikle olmayanlara öyle zenginlik ver ki; gönüller engin, yüzler mütebessim, ruhlar aydınlık olsun. Verdiklerin içinse şükürler olsun.'  

Amin...  

No comments:

Post a Comment