Thursday, August 4, 2011

BU NİMETLERİN ASILLARI!...


Bereketli, huzurlu ve hayırlı ay Ramazanı yeniden yaşıyoruz. Sabırlarımıza ayar yapıyoruz bu ayda. Bu zamanda iftar ve sahur için tarifleri de paylaşacagım sizlerle. Fakat önceligi başka bir konuya verecegim bu yazımda.

Ana rahminde iki embriyonun, karanlıkta, sudan bir beşiğin içinde, herşeyden habersiz bekleşmelerini ve sonunu konu eden yazıyı bilenleriniz vardır. Seneler önce okuduğumun yazı, yeni döndügümüz tatilimizde manasını yeniden pekiştirdi hafızamda. Yazının devamıysa;

Birbirlerine sarılıp , karanlıkta öylece uyuyan ikizlerin, haftaların geçmesiyle gözleri, elleri, ayakları da belirginleşir. İkisi de çevrede olup biteni fark etmeye başlar. Rahat ve güvenli bir dünyadır burası, sıcak, sevgi dolu... Her ikisi de yaşadıkları bu dünyayı öyle sever ve bağlanırlar ki, mutludurlar.

Zamanın ilerlemesiyle çevreyi keşfe girişirler, bu karanlık dünyayı ve hayatlarının kaynağını merak ederler. Onları besleyip büyüten kordonu farkedince kendilerini var edene şükrederler, adına da "Anne" derler. Sonra bir varoluş tartışması başlar aralarında,
'Buraya nereden geldik, biz nasıl olduk' diye sorarlar birbirlerine ikizler...
'Annemiz' der bilge olanı, 'O bizi var etti, bize can verdi.'
'Ne biliyorsun' diye itiraz eder öteki, 'Sen hiç Anneni görmedin ki...':
'Belki de o sadece zihnimizdedir. Anne inancı bizi rahatlattığı için uydurduğumuz bir şeydir.'
Ana rahmindeki bu tartışma sürerken, ikizler büyüyüp daha da gelişirler. Rahme sığmaz olup tekmeleşirler. Büyüdükçe anlarlar ki, yolun sonu yakın... Gün gelecek, bu güzelim hayat bitecek; karanlık bir yolculuk, onları bir başka diyara çekecek.
'- Buradaki hayatımızın sonuna yaklaşıyoruz' diye fısıldar ikizlerden bilge olanı efkârla, ama der burda gördügümüz numunelerin asıllarını görecegiz orada, üstelik annemizi de.
'- Ben gitmek istemiyorum' diye diretir öteki; 'Doyamadım ki daha hayata...' ve sorar;
'- Bir gün bize hayat veren kordon kesilecek. Ondan sonra başımıza neler gelecek?'
Şiirle cevaplar iyimser bilge:
'Birçok giden/ memnun ki yerinden/ çok seneler geçti/ dönen yokseferinden...' Nihayet O gün gelir, yer sarsılır, duvarlar kasılır, dayanılmaz sancılarla, çığlık çığlığa aglaşarak, birbirleriyle vedalaşırlar. Ömürleri bitmiştir, Azrail sandıkları bir el, onları hayata bağlayan kordonu kesmiş, karanlık bir koridordan öbür hayata çıkmışlardır.

Bu yazı tatilde neden mi canlandı zihnimde? Daha önce şöyle bir içinden geçtiğimiz, Göcek'te bu sefer konakladık. Bilge ikizin söylediği gibi 'Eğer numuneler buysa asılları nasıldır?' diye hergün düşündüğüm eşsiz bir manzarası vardı ve hemen bu hikaye canlandı zihnimde. Hikayeyle beraber sureler de haykırıyordu aynı zamanda.

"Biz yeri bir döşek yapmadık mı? Dağları da arzı tutan birer destek (kazık) yapmadık mı? Hem sizi çift yarattık. Uykunuzu da dinlenme yaptık. Geceyi bir örtü, gündüzü geçiminiz için çalışma zamanı kıldık. Üstünüzde yedi sağlam gök bina ettik. Orada pırıl pırıl yanan bir lamba koyduk. Size hububat, tohumlar, bitkiler ve ağaçları birbirine sarmaş dolaş bahçeler çıkaralım diye sıkışıp yoğunlaşmış bulutlardan bol bol yağmur indirdik." (Nebe' sûresi, 6-16) 'ni ve digerlerini...

Eger tercihiniz çılgınca eglence(!)den yana degilse huzuru, rahatlıgı, sıcaklıgı yaşamak istiyorsanız, bu maneviyatla beraber dünya nimetlerini de hoşca sunan öyle lâtif bir belde ki Göcek ve Göcekliler. İnsan kendini, en rahat ettigi dostunun evinde, misafirlikte algılıyor.

Sabahın erken saatlerinde Marina'nın nezih ortamında, güneşin ısısını cömertçe sundugu sıcacık sulara kendinizi bırakıyorsunuz. Doyurucu bir kahvaltıdan sonra minyatür, içe hoşluk veren küçük çarşısında bisikletinizle ya da yaya dolaşırken 'Tatil bu' diyorsunuz. Bu arada herkesle tanışıp selamlaşarak geçiyorsunuz. Anlatılan eski İstanbul'daki gibi.

Yaşlı karayemişlerin gölgesinde bir banka oturup güzelliği doya doya zihninize resmediyor, gözlerinize şükrünü yaşatıyorsunuz. Sonra küçük çocukları görüyorsunuz, kimi gitar çalıyor, kimi yaptıgı takı tokaları sergileyip satıyor. Bunlar hayatı şimdiden eğlenceye ve ciddiye alma frekansını birlikte yakalamış çok şeker çocuklar. Onlarla sohbetten ve emeklerinin karşılığını vermekten siz de mutluluk nasibinizi alıyorsunuz. Leydiler mi, prensesler mi, danışmanlar mı, Ali kaptanlar mı(Öyle Bir Geçer Zaman ki) ararsınız? Herkes verdigi molalarla mütevazi bir şekilde orda soluklanıyor.

Hava sıcak mı geldi bir tekne ayarlıyor, şükrünü eda edeceginiz bakir koyların sularına kendinizi bırakıyorsunuz. Domuz Adası, Uzanların Adası (şimdi Zorlu'ların), Simavilerin Adası vs 12 adayı geçerken düşünerek ve güneşlenerek gezmeye devam ediyorsunuz. Bu arada demir attığınız koya dondurma motoru yanaşırsa şaşırmayın :o denizde o nimet bile var :)

Akşam yemeğinde vazgeçilmez mekanlardan Özcan Restorant'ın sıcakkanlı, güleryüzlü, samimi çalışanlarıyla, begonvillerin altında taptaze balıklara, ve zeytinyaglılara doyuyorsunuz.

Ayrılırken, arkanızdan, bakır kaptan boşaltılan su 'Yolunuz su gibi aksın' anlamına geliyor ve öyle de oluyor. Diyorsunuz ki '- Ben gitmek istemiyorum, doyamadım ki daha buraya.' ! :)

Daha mı? Daha yazacak çok şey var ama iyisi mi siz enkısa zaman ve fırsatta Göcek'e gidiyor ve hoş anılarınızı sevdiklerinizle paylaşıyorsunuz. :) Belki benimle de...

Sevgiyle...

1 comment:

  1. Cok guzel yazilar yazmissiniz. Bir solukta okudum hepsini, yazilar icin kaleminize (klavyenize), tarifler icin zeytinyaglilar icin ellerinize saglik..

    ReplyDelete